SOSYAL DEMOKRAT BİR BAKIŞ: İdeolojik Yaklaşım, Ülkemizdeki Durum, Ne Yapmalı? - Ali Hikmet AKILLI (2013)

İdeolojilerin sonunun ilan edildiği bir çağda yaşıyoruz. Kabaca, "insan davranışlarını yönlendiren, inanç unsuruna dayanan, sosyal, siyasi ve ekonomik talepleri içeren, eyleme (aksiyona) dönük fikir sistemi" şeklinde tanımlayabileceğimiz ideoloji ve ideolojik gerçeklik, insanın sadece düşünen değil, aynı zamanda düşüncelerini eyleme dönüştüren yapısı ile ilgilidir. Aksiyona (eyleme) yönelik fikirler siyasi bir nitelik ve içerik kazandıklarında ideolojiye dönüşmektedirler. Bu nedenle, sosyal hayat var olduğu; sosyal düşünceler doğaları gereği, politikaya ve eyleme dönüştükleri sürece ideolojiler de varlığını sürdürecektir.
Post-ideolojik çağda dahi siyasi hareketler, kendilerini geçmişle gelecek arasındaki bağlantıyı kuran kapsayıcı bir anlatının içine yerleştirme gereksinimi duyarlar. Bu anlatının kendisi günlük kararlara anlam kazandırır. Böylesi mitler cesaretlendirici olduğu kadar iktidar için verilen mücadelenin önemli birer aracıdır da.” (1) Bu anlatı ideolojidir.
Olof Palme'nin dediği gibi: "Bir iradeyi, ona uzun vadede yön veren kuramdan ve temelini teskil eden belli değerlerden arındırdığınızda; güç aldığı duygusal inancı ortadan kaldırdığınızda, demokrasilerde geriye gerçekten de gri ve sıkıcı bir politika düzeyi kalır. Bu sekilde tek tük değişiklikler yapmak mümkündür belki, ama toplumu değiştirmek imkansızdır. Belki başka şeyler yapılabilir, ama "farklı türden bir şey" hayata geçirilemez"
Günümüzde iki temel ideoloji, sosyal demokrasi ideolojisi ile liberal/kapitalist ideoloji arasındaki rekabet, evrensel bir boyut kazanma potansiyeli taşımaktadır. Fransız Devrimi’nin “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” ilkelerini benimseyen sosyal demokrasi bu gün geldiği aşamada, temel ilkelerin korunduğu ancak; üretim araçlarının mülkiyetinden daha çok, üretimin nasıl yönlendirildiği, denetlendiği ve paylaşıldığının daha önemli olduğunun anlaşıldığı bir noktaya gelmiştir. Bu kapsamdaki önemli bir diğer gelişme, sosyal demokrat partilerin sınıf partisi niteliğini kaybedip kitle partisi özelliğini kazanmaları şeklinde kendisini göstermektedir.
Bu bağlamda; sosyal demokrasi ideolojisinin esnek yapısı içinde emeğin önceliği, yoksulluğun ortadan kaldırılması, toplumdaki imtiyazların azaltılması veya sınırlandırılması, daha eşitlikçi bir toplum düzeni kurulması, sosyal refahın sağlanması sosyal demokrasinin yeterli olmasa bile zorunlu koşullan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle; insanlar arasında her türlü eşitsizliğe, ayrıma, ayrıcalığa yol açabilecek her türlü iktisadi, toplumsal, kültürel, siyasal engel ve dengesizlik yok edilmelidir.
İnsanlar, onur kırıcı bağımlılıklardan, sefalet ve korkudan arınmış olmalı ve yeteneklerini geliştirme ve toplumsal ve siyasal hayata sorumluluk üstlenerek katılma fırsatına sahip olmalıdır. Ancak kendisini yeterince sosyal güvenlik içinde hisseden bir insan özgürlüğünü kullanabilir.
Gelir ve servetin eşitsiz paylaşımı, toplumu, başkaları üzerinde tasarrufta bulunanlar ve üzerlerinde tasarrufta bulunulanlar şeklinde böldüğü zaman, herkesin aynı özgürlüğe sahip olması ilkesini çiğner ve dolayısıyla adil değildir. Bundan dolayı adalet, gelirin, servetin ve iktidarın paylaşımında daha fazla eşitlik gerektirir
Dayanışma, karşılıklı bağlılık, bir aradalık ve yardım demektir. İnsanların birbirini desteklemeye ve yardımlaşmaya hazır oluşunu ifade eder. Güçlülerle güçsüzler, kuşaklar ve halklar arasında geçerlidir. Dayanışma, değişim umudu yaratır, bu, işçi hareketinde edinilen bir tecrübedir.(2)
Ülkemizde Durum
2002 yılında iktidara gelen AKP’nin iktidar pratiğine bakıldığında sermayenin çıkarlarını korumayı tercih ettiği görünmektedir. Esnek iş saatleri ve geçici istihdam (part-time, sabit  dönemli) gibi önerileri kapsayan ve otuzdan az işçi çalıştıran işletmeleri iş güvenliğinden mahrum bırakan yeni iş yasasının kabul edilişi, sendikaların muhalefetine rağmen yapılan özelleştirmeler, işverenler tarafından sendikalaşmaya karşı yürütülen saldırılar karşısında sessizlik ve küresel piyasa da rekabet adına grevlerin hükümet kararlarıyla ertelenmesi gibi uygulamalar kanıt olarak gösterilebilir. AKP hükümeti Avrupa Sosyal Şartı’nı kabul etmekle beraber, kimi maddelere çekince koydu. Bunların arasında memurların grev ve toplu pazarlık haklarını tanıyan 5 ve 6. Maddeler,  çalışma sürelerinin kısaltılması ve çalışanlara yıllık en az dört haftalık ücretli izin öngören 2. madde ve çalışanların kendilerine ve ailelerine iyi bir yaşam düzeyi öngören 4. 22. maddenin çalışma koşullarının ve ortamının düzenlenmesine katılma hakkı öngören fıkrası vardı.
Üretim ilişkileri alanında olduğu gibi bölüşüm ilişkileri alanında da AKP emekçi sınıfların lehine müdahaleden kaçınmaktadır. Vergilerin yükü giderek alt kesimler üzerine kaydırılmaktadır. En temel göstergelerden biri olarak toplam vergi hasılatı içinde dolaylı/ dolaysız vergiler payına bakılır. Gelir düzeyi gözetilmeden tüketimden alındığı için dolaylı vergilerin yükü nüfusun çoğunluğunu oluşturan gelir düzeyi düşük kitleler üzerindedir. Dolaylı vergilerin payı 1980’de %37’ydi, 1990’da %48, 2000’de %60’dı ve AKP’nin iktidara geldiği yıl %66’ya çıkmıştı. AKP, bu politikayı sürdürdü. Istikrarlı biçimde artan dolaylı vergilerin payı 2012’de %67,7 oldu. Karşılaştırılırsa, AB ülkelerinde dolaylı vergilerin oranı ortalaması %35’tir. AKP, asgari ücretliyi gelir vergisinden muaf tutacak bir mevzuat değişikliği yapmadığı gibi ücretlilerin vergi oranını da düşürmedi.
Giderek alt sınıflardan toplanır hale gelen vergiler giderek daha az alt sınıflar için kullanılır hale gelmektedir. Eğitime ayrılan kaynağı artırmayan AKP eğitim kurumlarındaki kadro açığını doldurmakta yavaş davranmaktadır. Sağlık hizmetlerinde giderek kurumsallaşan ticarileşme eğilimi sağlığı parası olanın layık olduğu bir hak haline getirmektedir. AKP iktidarda olmanın avantajını kullanarak sosyal yardım mekanizmasını işletti; ancak garanti edilmiş bir sosyal güvenlikten uzak durdu.
AKP, sermayenin ekonomik çıkarlarını gözetirken, yoksul kitlelerin oy gücüne dayanıyor. Parti’nin yeni-sağ siyasete angajmanı salt uluslararası ekonomik kurumların baskısı ile açıklanamaz, Parti’nin kendisi küresel rekabet koşullarında ekonomik büyümeye, refahın yayılmasından ve sosyal adaletten daha fazla önem veriyor. Küresel pazar için üretim iç pazarda tüketim kapasitesinin korunmasını gerektirmiyor ve hatta yerli/yabancı sermayenin yatırımlarının devamı emek maliyetinin düşük olmasını gerektiriyor. Dolayısıyla AKP üretim ve mübadele süreçlerini piyasa mekanizmasına, köylülüğün tasfiyesini ve esnafın yıkımını oluruna bırakıyor, ücretleri yükseltecek müdahalelerden sakınıyor. Yine müteşebbisin teşviki bölüşüm alanında yasal/kurumsal müdahalesizliği gerektiriyor. Parti bu yüzden sosyal refah devleti uygulamalarına sıcak bakmıyor. Kişilerin iyi niyetine dayanan bir hayırseverlik ahlakı savunusuna rağmen, düzensiz/kuralsız ve seçici biçimlerde sosyal yardıma başvuruluyor, zira hem toplumsal patlamadan kaçınmak hem de Parti’nin seçmen tabanını korumak hedefleniyor. Uluslararası ekonomik kurumların ve AB’nin desteği sayesinde ekonomik büyüme sürmekle beraber, serbest piyasa modeli içinde yapısal olarak dönüşmüş düşük emek maliyetli bir ekonomik modelin geniş kitleler yararına işlemesi beklenemez.(3)
Doğu ve batı kültürleri arasındaki uçurum, kapitalizmin genel hakimiyetine rağmen sağ-sol ayırımına dayanan politikalardan daha derindir. Tarihimizde iktisadi kavga en başta devletin geliri yeniden paylaştırmasıyla ilgilidir. Günümüzde de rant paylaşımı sınıf çıkarları kadar önemli haldedir. Çok yakın zamanlara kadar servet üretimle değil devlet üzerinden elde edilmiştir ve bugün de ağırlıkla böyledir. Her iktidar döneminde farklı sermaye gruplarının ortaya çıkmasının nedeni budur. AKP iktidarı ile birlikte ortaya çıkan yeni sermaye grupları ve sermayenin el değiştirmeye başlaması da bunun göstergesidir. Yine yakın zamanlara kadar servete çok nadiren sermaye olarak bakılmıştır. 20. yy’da hızlı kapitalistleşme bunu kısmen değiştirmiş ise de ortaya çirkin, üstelik dışa bağımlı bir rant ekonomisi çıkmıştır.
Ne Yapmalı?
AKP’nin, uluslararası finans ve siyaset odaklarınca desteklenen, İslami etiğe dayalı siyasal söylemi, Milli Görüş geleneğinden devraldığı somut yardımlaşma ve dayanışma ağı ve iktidar olmanın avantajı ile gerektiğinde kullandığı sosyal yardım kanalları ile oluşturduğu;  kurulduğu ileri sürülen istikrarın bozulacağı ve darbe korkularıyla sürdürdüğü iktidar kırılmalıdır.
Bunun yolu; adil gelir dağılımı ve yapısal dönüşüm sürecinde teminat altına alınmış gelir önerecek bir siyasal projenin,  inandırıcı bir biçimde ortaya konulabilmesidir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüm kadrolarıyla bu arayışa yeniden başlaması ve ideolojik sentezini güçlü bir şekilde yaparak sağ ve sığ politikaları karşısında kendi alternatifini oluşturması gereklidir. Türkiye’de modern sosyal, kültürel ve siyasal hayatın var olmasını sağlayan Kemalizm, bu arayışta bir kambur değil, tam tersine avantajıdır. Kemalizm Türk solunun milli ayağını, kökünü, geçmişini oluşturmaktadır. Ancak geçen on yıllar içerisinde yaşanan toplumsal değişime uygun olarak Kemalizm de günümüzde yeniden yorumlanmalıdır.
Mustafa Kemal de; “Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur” diyerek bu gerekliliği veciz bir biçimde vurgulamıştır. Özetle; sosyal demokrasi ülkemizde, Kemalizm düşmanlığı üzerinden değil ancak Kemalizm sentezi üzerinden yükselebilir.
Ancak; Türkiye'nin geçmişine ait güç dengelerinin ve yapılanmaların üzerinde 21. yüzyılın solu inşa edilemez. Sosyal demokrasi, merkeziyetçi ve bürokratik bir devlet solculuğuna özgü tercihlerin, eğilimlerin uzantısı olamaz. Sosyal demokrasi, klasik radikal tezlerin 'daha sol, daha az sol; daha demokrat, daha az demokrat' alternatifleri arasına sıkıştırılamaz. Bu anlayışlara özgü, halka tepeden bakan, ideolojiden kaçınan, 'seçkinci' olan, bazen yasakçı olabilen, son tahlilde tutucu yaklaşımlardan uzak durulması gerekir. Sağın tarih sahnesindeki çoğulcu ve demokrat alternatifi, karşıtı, bürokratik devlet solculuğu, merkeziyetçilik değildir; sosyal demokrasidir.
Bir siyasal projenin bütünlüğü, ancak ideolojik-siyasal bir zeminde tasarlanmışsa, belirli ilkelerin ve programın doğrultusunda oluşmuşsa, somut hedefler ortaya konabilmişse, inandırıcı olabilir ve gerçekleşme olanağı bulabilir. İdeolojik temelden yoksun birleşme ve katılmalar, 'elmalarla, armutların toplamı' olan beraberlikler, her kesimin beklentilerine karşılık verme çabasıyla ortaya konulan ve birbiriyle çelişen söylemler sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Sola özgün kimliğini ve özgün gücünü sağlayan temel özellik, başka siyasetlerin zaten yaptığını onlar kadar, hatta onlardan daha iyi yapabilmek değildir. Bizim farkımız, başkalarının kendi sosyal özellikleri nedeniyle yapamayacak olduklarını, sosyal  demokrasinin, kendi sosyal ve siyasal özellikleri nedeniyle yapabilir olmasıdır. Sosyal demokrat partiler, sağla benzeşmeye çalıştıkları için değil, sağla ayrışma noktalarındaki haklılıklarını topluma kanıtlayabildikleri için iktidar olabilir ve iktidarda kalmayı sürdürebilir. Bu özelliklerini kaybedip sağın en gerici, emperyalist siyasetlerine alet olanlar ise toplum desteğini yitirir. Türk solunun sorunu, sağa özenmek değildir; daha az, daha çok solcu olmak da değildir. Sorun, doğru dürüst, ciddi, akılcı ve tutarlı bir sol olabilmektir.
Türk solunun geçmişinde hangi başarı varsa, hangi yükseliş yaşanmışsa, bunlar, yenileşmenin ve değişimin ürünüdür. Örneğin, CHP'nin 70'lerdeki yükselişi, iktidara gelişi (1973), birinci parti oluşu (1977), mevcut düzene uyumun değil, onu değiştirme iradesinin sonucudur. Mevcutla benzeşmenin değil, mevcuttan ayrışmanın ifadesidir. CHP, 'devlet partisi' kimliğini bırakıp, halkın partisine dönüştüğü için, değiştiği ve ilerlediği için, büyümüştür. Var olan anlayışlarını biraz demokrat, biraz özgürlükçü, biraz solcu reçetelerle rötuşlamak yerine, köklü bir değişimi göze aldığı için 70'lerin CHP'si büyümüştür. 'Yenileşme' ve 'değişim', tarihsel olarak, sosyolojik olarak, solun özelliği, solun ayrıcalığı, solun misyonudur. Çağdaşlık, değişim ve yenileşme, solun bizatihi kendisidir (4)
Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ülküsü insanları hâlâ çağırıyor…

Ali Hikmet AKILLI
Mart 2013
Ankara


(1) Herfried Münkler
(2) SPD Hamburg Programı
(3) Dr. Güven BAKIREZER - Dr. Yücel DEMIRER-AK Parti'nin Sınıf Siyaseti-
(4) İsmail CEM-Sosyal Demokrai Nedir Ne Değildir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ADALET Mİ? HANİ NEREDE? - Ertuğrul KILIÇ